Faşist diyardaki anarşist kalpler: A Special Day

İtalyan yönetmen Ettore Scola’nın yazıp yönettiği, başrollerini Sophia Loren ve Marcello Mastroianni’nin paylaştığı 1977 yapımı A Special Day (Una giornata particolare) hakkında söyleyeceklerim var.

Eril üstünlüğü birey, aile ve toplum kavramları üzerinden kazımaya çalışan, erk olgusuyla kavgalı, ezberletilmişi yaşayan uyuşmuş bedenlere ve zihinlere verilen bir elektroşok bu film.

Film tek bir günde, özel bir günde geçiyor; Hitler’in İtalya ziyareti ve Mussolini ile yaptığı şölen niteliğindeki miting gününde. Bu miting öyle bir ilgi görüyor ki Roma sokaklarında birkaç saatliğine in cin top oynuyor.
Yönetmen, bu özel günde odağımızı bir apartman dairesine, sıradan bir İtalyan ailesinin annesi, Antonietta (Sophia Loren)’ya çeviriyor.
Antonietta,ev hanımı, yedi çocuklu fedakar bir anne (Çocuk yapınca kendi hayatını yaşamayı unutan veya bırakan kadın için, kendini kötü hissetmesin diye buldukları bir avuntu “fedakar anne” )
Antonietta ve ailesi, faşizm yanlısı hatta hayranı bir İtalyan ailesi. Faşizm’in kabul gördüğü bütün sosyal normları kendilerine tek doğru belirlemişler ve bu doğrultuda kendilerini, kendileri gibi olmayan herkese ve her şeye kapatmışlar. Bu benimsedikleri faşist normlar, farklı insalara karşı, her bir rolde tek bir insan tipini doğruluğunu kabul ediyor. Erkek, kadın, anne, baba gibi statüler tek tip özellikler gösteriyor.

Antonietta’nın toplumsal statüleri zaman içinde, ilgisizlikten ve sevgisizlikten aşınmış, o evin içinde sadece hizmet eden bir köle görevi görmeye başlamış. Kocası ve çocukları zaman içinde onu bu role o kadar inandırmış ki Antonietta, bir birey olduğunu, düşünceleri ve duyguları olan bir canlı olduğunu unutmuş.

Unuttuğu insani yetilerini geri kazanması karşı apartmandaki Gabriele (Marcello Mastroianni) sayesinde mümkün olacak.
Gabriele, eşcinsel bir radyocu. Toplumun erkek normlarının dışında olduğu, faşizm karşıtlığı ve anarşist düşünceleri sebebiyle çalıştığı radyodan uzaklaştırılan bir radyocu.
Antonietta’nın kafesi açık bıraktığı kuşu uçup Gabriele’in dairesine giriyor. İkili bu sayede tanışıyor.
O kuş aslında Antonietta’nın o eve ve o rollere ve statülere hapsolmuş ruhunun Gabriele’in yalnızlaştırılan ruhuna bir sarılış niteliğinde. Antonietta, Gabriele’in sessiz yalnızlığına kalabalık bir ses, Gabriele ise Antonietta’nın cansız hayatına can suyu oluyor. İkili birlikte zaman geçirdikçe birbirlerinin hayatına aynı pencereden bakabilme fırsatı yakalıyorlar. Antonietta, ait olduğu toplumun kendine dayattığı doğrulardan; faşizm ve homofobiden yavaş yavaş sıyrılırken, Gabriele, kafasında kurduğu yargılardan kurtuluyor.
Bu iki, toplum tarafından yalnızlaştırılan birey o özel günde, faşist diyarda, birbirlerinin kalabalığı oluyorlar ve faşist düşüncelere ve duygulara anarşist kalpleriyle meydan okuyorlar.

Paylaş

İlgili Yazılar